Yangın olur biz yangına gideriz.
Düz ovada keklik gibi sekeriz.
Yokuşlarda şahin gibi uçarız.
Sandık sandıklar içinde çok şanımız var,
Hazreti Mevla'ya yalvarmamız var.
Beyoğlu'ndan kalktık sandık selamet,
Galata'ya vardık koptu kıyamet,
Hurşit Reis sandık sana emanet.
Sandık sandıklar içinde çok şanımız var,
Hazreti Mevla'ya yalvarmamız var.

 

Değerli okurlar,
 

Hafta sonu evde temizlik yaparken eski şarkılardan oluşan bir CD dinledim ve yukarıdaki şarkıyı dinleyince bu şarkıya çekilen filmi izlediğimi hatırladım. Başrolde Ayhan Işık vardı. Aklımda kalan ‘’yangın vaaarrr!’’ bağırtısıyla yangını söndürmeye koşan gençler. Çok sonraları bu gençlerin tulumbacılar olduğunu öğrendim. Her zaman bana, ilginç gelir tulumbacıların yaşamı. Tulumbacılar tarihte yerlerini almışlar ve günümüz modern itfaiyesine yerlerini bırakmışlarsa da okuyunca sizin de ilginç bulacağınızı düşünüyorum.
 

Ateşin bulunuşu, uygarlığın başlangıcı olarak gösterilir. Gerçekten de insanlığın ilk ve en önemli keşfidir. İnsanlar; geceyi aydınlatmak, vahşi hayvanlardan korunmak, yiyecekleri pişirmek, aletleri şekillendirmek, ısınmak ve haberleşmek gibi ateşten çok yönlü yararlanmışlardır.
 

Ateş, yararlı olduğu kadar kontrol edilmezse son derece yakıcı ve yok edicidir. Ateş var olduğundan bu yana, onu kontrol altına alma mücadelesi de var olmuştur. Ateş, kontrol edilmeyince de yangına neden olmuştur. Yangınlar da itfaiyecilik mesleğini ortaya çıkarmıştır.
 

Günümüz itfaiyecilerinin Osmanlı Devleti’nde tulumbacılar olarak bilinen ilginç yaşamları.
 

TULUMBACILAR
 

Kendilerine özgü kıyafetleri, kabadayı tavırları ile halk arasında özel bir figür halini alan tulumbacıların manilerini bilmeyen yoktur. “Yaman gelir yaman gideriz” diye başlayan naraları ve cesaretleri ile ahşap evlerin bir dönem saltanat sürdüğü İstanbul’u yangınlardan koruyan tulumbacılardır ve her mahallenin ayrı tulumbacıları vardır.
 

Tulumbacılar, genellikle ayak takımına mensup olmakla birlikte, kibar kalem efendilerinden bile olabiliyordu. Gündüz işi gücüyle uğraşan tulumba sandığı mensupları, ani bir yangın çıkması halinde, hemen işlerini terk ederek soyunmak suretiyle sandıklarının başlarına geçiyorlardı. Tulumbacıların kıyafetleri de kendilerine has özellikler içindedir. Her sandığın özel bir üniforması vardır. Sırtlarında kendi deyimlerince bir mintan, altta yarım pantolon ve ayaklarda da ‘’kamercin’’ adı verilen kunduralar bulunurdu. Mintanların ağzı düz yapılarak hangi semtin tulumbası olduğunu belli etmesi bakımından üzerine bir işaret konurdu.
 

Osmanlı mahallerinde her akşam canlı bir hayat yaşanırdı. Gecenin karanlığını, sessizliğini bozacıların “bozaaaa!” seslerinin yanı sıra mahallenin bekçisinin ucuna demir takılı sopasını kaldırımlara vurması bozardı. Bazen de ‘’Yangın vaaaarrrr’ sesi yankılanırdı.
 

Yangınları haber vermek bekçinin göreviydi. Yangınları duyurmak için mahalle bekçilerinin dışında birisi Beyazıt Kulesi’nde diğeri Kandilli Tepesi’nde olmak üzere iki bekçi daha bulunurdu. Eğer yangın İstanbul surları dâhilinde ise beş, Anadolu tarafında ise üç, Beyoğlu bölgesinde ise yedi pare top atışı yapılırdı. Bekçinin “yangın vaaaarrr” sesi işitilince diğer bekçiler de bulundukları yerlerde bu sese karşılık verirler yangının kısa sürede duyulmasını sağlarlardı.
 

İstanbul, tarihinde sayısız yangınlar atlatmıştır. Bu yangınlar mahalleri yok etmiş, yeni mahalle hayatlarının kurulabilmesi için yıllar geçmiştir.
 

Yangınlar en fazla akşam saatlerinde mutfak kazalarından veya kışın yanan sobalardan çıkardı. Evlerinde gece aydınlanma için çıra, lamba ve kandil yakanlar da yangına davetiye çıkarırlardı. İstanbul’da her yapı bu yangınlardan etkilenmiştir. Birçok cami, kilise, çeşme; hatta mezarlıklar da bu yangınlardan harabeye dönmüştür.
 

Tulumbacılar arasında rekabet söz konusuydu. Eğer başka mahallenin tulumbacıları yangını söndürmede maharet gösterirlerse kendilerini utanç içinde görürler verilen bahşişi almazlardı.
 

Yangınlar genellikle Cibali'de başlardı; çünkü birçok yanıcı maddenin gemilere yüklendiği ya da indirildiği iskeleler vardı Cibali’de... Rüzgârın yönü, yangının yayılacağı semtleri belirliyordu. Unkapanı, Fatih, Aksaray yönünde ya da Kapalıçarşı'yı da yakarak Sultanahmet'e doğru yönelerek ilerleyen yangın, hızlı ve kolay yayılırken, güzelim Osmanlı mahalleleri, alevlerin ardından şehirden silinirdi...
 

Güvey Kapama: Evlenen tulumbacı arkadaşları için yaptıkları tören.
 

Sünnet Düğünü: Mahallenin fakir çocuklarının sünnet düğününde renkli eğlenceler düzenlerlerdi.
 

Soba Birliği: Farklı semtlerdeki tulumbacılara karşı kendi sandıkları arasında oluşturdukları dostluk birliğidir.
 

Çifte Kardeşlik: Soba birliğinde yapılan dostluk anlaşması. Çifte kardeşlik âdetinde yangına beraber iştirak etme şartı vardı.
 

Hamam: Yangına katılan tulumbacılar yangın dönüşünde mutlaka hamama giderlerdi. Yangın gündüz ise hamamcı ücret almazdı. Yangın gece ise hamam kapatılır ve hamamda eğlenilirdi.
 

İlk Ferman Padişah III. Murat’tan
 

Padişah III. Murat tarafından 1579 yılında İstanbul kadısına hitaben yazılan bir fermanda, ahalinin evlerinin çatısında, ulaşabilecekleri uzunlukta bir merdiven ve içi su dolu bir fıçı bulundurulması yayımlandı.
 

İstanbul'un meşhur yangınları arasında tarihi şöyle bir gözden geçirdiğinizde, Adliye Binası, Bâb-ı Ali, Kapalıçarşı, Haliç, Aksaray ve Kurtuluş yangınları yer alır. Bu yangınların çıkış sebebine bakıldığında, ısıtma ve aydınlatma esnasında meydana çıktıkları anlaşılmıştır.
 

Yangın tulumbacılarının başlattığı tarihler:
 

1826 yılında yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra mahalle tulumbacılığının oluşması.
 

1872 yılında Askeri İtfaiye Teşkilatı.
 

1923 yılında günümüzdeki Cumhuriyet itfaiyesinin kurulması...
 

Yazımı size ilginç geleceğini düşündüğüm Prof. Dr. Üstün Dökmen’in sözleriyle tamamlamak istiyorum:
 

‘’Bir zamanlar İstanbul’da şimdiki gibi itfaiye sistemi olmadığından yangınlar büyük sorun çıkarırmış. O zamanlar itfaiyenin görevini sırtındaki tulumbayı yangına taşıyan ve söndürmeye çalışan tulumbacılar üstlenirlermiş. Eğer tulumbacı gurubu yangına giderken bir başka tulumbacı gurubu ile karşılaşırsa kavga çıkar ve kazanan yangını söndürme hakkı kazanırmış. Tüm mahalleli de bu olayı izler, kazanana alkış tutarlarmış. Bu arada evler de yanıp kül olurmuş’’