Her meslekte olduğu gibi gazetecilikte de mutlaka "etik" o var olmak zorundadır. Türkiye'nin en iyi gazetecileri bile bazen kalemini "üç beş kuruşa" satabiliyorlar. Ya da bazıları önce yazıyorlar, haberin muhatabı gelince "valla ben yazmadım, çocuklar yazmış" diyebiliyorlar.
Gelmek istediğim nokta perşembe günü Tarsus İdmanyurdu ile Fethiyespor arasında oynanan maçta bir grup Mersin İdmanyurdu taraftarı, Tarsuslu taraftarların arasına oturmuş, maçın 75.dakikasında "Şampiyon Mersin idmanyurdu" diye bağırmaya başlayınca ortalık karışmıştı.
Kavga çıktığını görünce maçı bırakıp karşı tarafa koştum. Tribün çıkışında bir taraftar bacağından silahla yaralanmıştı. Hemen fotoğrafını çektim. Emniyet yetkilileri olaya müdahale etmiş, kaçmaya çalışan Mersinli taraftarları çembere alıp sonra gözaltına almıştı. Yaralanan kişide ambulansla hastaneye kaldırılmıştı. Bazı gazeteci arkadaşlarım bana "haberi neden ajansa attın", diye kızdılar. Onlar için bu Tarsus'un reklamını kötü yapmaktı. Bazı "dinazorlaşmı gazeteciler" geçmişte böyle yapmıyorlardı çünkü. Ne yapıyorlardı?
Genç gazeteci arkadaşlar arasında "eftikçi" ismiyle anılan "gaz-eteci" ler üç beş kuruşu alıp susuyorlardı. Ama, ben bunu yapamazdım. Bir olay çıkmış. Bir kişi yaralanmıştı. Haberimi hazırlayıp fotoğraflarla beraber Anadolu Ajansına gönderdim. Ertesi Gün.... Hürriyet, Vatan, Takvim, Fotospor, Fotomaç, Fanatik haberi Türkiye baskısında yayınladılar. Demek ki bu olay önemliydi. İnsanlar bu olayı duyacaklardı ve bu haberi yapmasaydık, bize kızacaklardı. Çünkü halk herşeyi bilmek ister bu onu en doğal hakkıdır.
Yaptığımız işin adı "Gazetecilik", bu iş insanların haberini yapıp gazeteye bastıktan sonra, "hadi ver bakalım 50-100 kağıt demek değil" malum şahıslara duyurulur...